18 Aralık 2014 Perşembe

Kilo...Nefes...Yağ...

Son zamanlarda pek yazmasam da kilo verme gayretim iki ileri-bir geri şeklinde sürmekte. Dolayısı ile bu konuda sürekli okuyor ve araştırıyorum.


Eksik olmasınlar bilim adamları da biz kadınlara yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Şimdi de yağların bizi nasıl terk ettiğini araştırıp bulmuşlar.

Terk etsin de nasıl terk ederse etsin diyorum yine de okumadan edemiyorum:))
Fotoğraf google'dan alınmıştır.




Yağlar vücudu nefesle terk ediyor


Kilo verdikçe yaktığınız yağların çoğu verdiğiniz nefesle vücudunuzu terk ediyor.
Ancak bu, kilo vermek için bol bol nefes alıp vermenin yeterli olduğu anlamına gelmiyor, bilim insanlarına göre egzersiz yine de şart.
Yağın vücuttan nefesle çıktığı bulgusu, mikroskobik seviyede metabolizmayı inceleyen biyokimya uzmanlarına ait.
Avustralyalı uzmanlardan oluşan bu ekip vücuttaki yağın rotasını atom düzeyinde takip etti.
British Medical Journal isimli tıp dergisinde yayınlanan bulgulara göre, yağ vücutta parçalara bölündüğünde bir dizi şey olmaya başlıyor.
Kimyasal bağların kopması, ısının ve kasları güçlendirecek yakıtın ortaya çıkmasını sağlıyor.
Ama atomlar kalıyor ve bunların büyük kısmı vücudu ciğerler aracılığı ile karbondioksit olarak terk ediyor.

Yağ depolanması ve metabolizma

Yiyeceklerdeki yağ, vücutta adiposit adı verilen hücrelerde trigliserid olarak depolanıyor. Trigliserid üç çeşit atomdan oluşuyor: Karbon, hidrojen ve oksijen.
Trigliserid ayrıştığı zaman yaklaşık yüzde 20'si moleküler yapısı H2O olan suya, geriye kalanı karbondiokside (CO2) dönüşüyor.
Oluşan su idrar, dışkı, ter, nefes, gözyaşı ya da diğer vücut sıvıları ile atılabiliyor ve su içerek kolayca yerine konabiliyor.
Nefes yolu ile dışarı atılan karbondioksit için ise bu işlem ancak yemek yiyerek ya da meyve suyu gibi içecekler, tüketerek mümkün.

Akciğerler 'en büyük boşaltım organı'

Araştırma ekibinden New South West Üniversitesi'nden Ruben Meerman ve Andrew Brown, "Bu biyokimyanın hiçbir noktası yeni değil, ama neden bilmem daha önce kimse bu hesaplamaları yapmamış" diyor ve ekliyor:
"Bu sonuçlar akciğerlerin bize kilo vermede en büyük boşaltım organı olduğunu gösteriyor."
İngiliz Diyetisyenler Birliği'nden Duane Mellor yağ metabolizmasını bir otomobilin içinde yanan benzine benzetiyor.
Yağ yandıkça ısı açığa çıkarıyor ve hareketi sağlıyor. Ama aynı zamanda atık da ortaya çıkarıyor. Yağın enerjiye çevrilmesinin ardından ortaya çıkan atomlar ise egzoz gazlarına benzetiliyor.
Tahminlerine göre ortalama bir insan her gün en az 200 gram karbon kaybediyor ve bunun kabaca üçte biri uykudayken oluyor.

'Az ye, çok hareket et'

Bir saatlik dinlenme yerine koşu gibi ortalama şiddette bir saatlik egzersiz yaptığımızda vücuttan 200 grama ek olarak 40 gram daha karbon atılıyor. Atılan toplam karbon miktarı da 240 gram oluyor.
Dolayısı ile kilo vermek için yediklerinizle yaktıklarınız ve nefes yolu ile dışarı verdikleriniz arasında bir denge kurulmalı.
Bilim insanları, "Kilo vermek yağ hücreleri içinde depolanmış karbonun açığa çıkmasını gerektirir, bu nedenle genelde duyduğunuz 'az yiyin-cok hareket edin' öğüdünü takip etmek gerek" diyor.

30 Ekim 2014 Perşembe

KÖŞE Yazıları!

Acı ama gerçek...  
Geldiğimiz nokta, Popüler bakış açısıyla ancak bu kadar basit anlatılabilirdi.


Cumhuriyet Baki, Rüküşlük Gani!

Kalıcığın tanımı, zamana dayanıklılık. Peki, zamana nasıl dayanılır? Yanıt açık ve tek: Yaratılan kurum ya da eserin geçmişten geleceğe salimen varmasını, yani devamını sağlayarak. 
Oysa Türkiye, tuhaf bir ülke. 
Ezici çoğunluğu muhafazakâr ve uzun yıllardır iktidar olmasına karşın; bu muhafazakârların geçmişten geleceğe salimen taşıdığı, devamını sağladığı ne devlet geleneği kaldı, ne kurumu, zaten ne de binası. 
Osmanlı geçmişine özenen muhafazakâr AKP iktidarının, Osmanlı dahil geçmişten günümüze kalan eserlerin çoğunu geleneksel işlevleri içinde korumak ve geleceğe miras bırakmak yerine yok etmesi, muhafazakâr olduğunu haykıran siyasal bir görüş adına en azından hayret vericidir. 
Bırakın muhafazayı, eline düşen her kültür mirasını pazaryerine dönüştürmek iştahı da başlı başına bir çelişki… 
Dünyada eski eserlerini böylesine talan, dolayısıyla övündüğü tarihi bile inkâr ve tahrip eden bir muhafazakârlık yok. Zaten tüketim ve keyfe odaklı bir gericilik de yok!
***
Bu muhafazakârların aklına asla opera, tiyatro, konservatuvar, kitaplık, medyatek, sinematek, müze, hatta “külliye” bile inşa etmek gelmiyor. Cami, AVM ve otele kültür diyorlar. 
Daima hızlı tüketime yönelik alışveriş, yemek ve lüks sandıkları rüküş mekânlarda yan gelip yatmaktan ibaret yaşam tarzına doymuyorlar. Zaten adım başı kondurdukları birbirinden biçimsiz camileri de altına dükkân, yanına AVM açıp, “iş”yapmadığı zaman da satarak (Bzk. Üsküdar Belediyesi’nin sattığı iki cami) tüketim zincirine dahil ediyorlar. 
İslam dini, gösteriş ve israfı günah kefesine koyar. 
Oysa bu muhafazakâr Müslümanların kadınları, tepeden tırnağa örtünüyor, ama baş örtülerinin Hermes, pardösülerinin Burberry, çantalarının Chanel, ayakkabılarının Prada, yüzüklerinin Cartier, saatlerinin de Gucci ya da benzeri ve hepsi “kâfir” Batı markaları olduğunu göstere göstere salınıyorlar! Zaten erkekleri de bir tuhaf. Kimisi, boynuna Hıristiyanlığın “medeniyet yuları”Ferragamo marka kravatını takıyor; kâfir İngilizin birahaneye giderken giydiği kareli Paul Smithceketiyle de parlamento kürsüsünden caka (!) satıyor! 
Sakal salıp takke, sarık, potur, cüppeyle dolaşan kimisinin bileğinde de Patek PhilippeVacheronArmani, artık Allah yüz bin TL’den aşağı olmayan hangi kol saatini verdiyse, o parlıyor!
***
Eh, “küffar”ın modasını bunca yakından izleyen, bir giydiğini ertesi mevsim giymeyen, lüks makam aracını iki yıl üst üste kullanmayan, hanımın arabasını her yıl yenileyen ve hanımı yenileyemediği zaman da yedekleyen tüketim akıncılarına, elbette ne tutucu denebilir, ne de gerici. 
Ama “rüküş” denilir! 
Çünkü bunca caka çabası, bunca gösteriş kaygısıyla yapılan bunca harcamaya, kadını erkeği, haremi selamıyla her biri ancak Rüküşlük Abidesi olmayı başarıyor. Üzerlerinden akan rüküşlük, yaptıkları her şeye yansıyor. Ellerini değdikleri her şey salt çirkinleşmiyor, gülünçleşiyor. 
Kentler rüküşleşiyor ve rüküşlerin hayranlıkla seyrettiği zenginlik simgeleri, kahkahalarla güldüren abesliklere dönüşüyor. Düşünün ki abuk gökdelenlerin dikildiği kentler lağım kokuyor, çünkü rüküş, nüfusa orantılı lağımı arıtmayı zaten beceremiyor, kanalizasyon yapmayı da bilmiyor. Sular kesiliyor, çünkü rüküş, yağmur sularını emecek toprak bırakmamış, ormanları bile betonlamış, yeraltı sularını kurutmuş; barajın tam üstüne yağmur yağsın diye bekliyor!
***
Bir sonraki aşamada barajların üstünde el açıp, bulutlara “sağ yap, sol yap, biraz daha sağ, hah şimdi yağ” diye duaya çıkarsa hiç şaşırmayın, çünkü kafa bu… 
Övündüğü Osmanlı’dan kalan tarih eserlerini bile muhafaza etmeyen bu sahte muhafazakâr, gerçek fırsatçılar, elbette Cumhuriyetin neyi var neyi yok yıkacaklardı ve yıkıyorlar. Ancak… 
Kalıcılığın tanımı, zamana dayanıklılıktır. Ve bu rüküşlerin yaptığı her şey daha şimdiden dökülüyor, sevgili okurlarım. Yozluk, yolsuzluğu yaratırken kemirmeye başlar. Hızla çürüyorlar. Aydınlığı karartabilirler, ama yenemezler. 
Cumhuriyet Bayramı hepimize kutlu olsun!

22 Ağustos 2014 Cuma

KÖŞE Yazıları :))

 Algıda seçicilik denen bu olsa gerek. İnsan onca yazı, durum v.s. içinden kendini en çok ilgilendireni  hemen bulup seçiyor. Ben de yazının başlığını görünce kayıtsız kalamadım. 
Yazının tamamı çok güzel, her maddeninin altına imzamı atarım. Bence 50'li yaşlara gelince pek çogu kendiliğinden oluşup, gerçekleşiyor. Yaşadıklarımızdan edindiğimiz deneyimler, hayata bakış açımızı etkileyip değiştiriyor. Yani genel bir tanımla "olgunlaşıyoruz." 
 Bir arkadaşım -aynı yaştayız kendisiyle- yazıya yorum olarak; "yıllar önce 50 yaşına girmişim" diye yazmış. Onun tuzu kuru tabii, hiç kilo derdi olmadı ki. Benim de  kilo dışında diğerleri tamam zaten :))
  8. madde benim durumuma "cuk" oturuyor: "Sorun sağlık " kısmı öncelikli elbette. Yine de bir kadın kaç yaşında olursa olsun her zaman estetik kaygısı vardır.Yani sorun  hem  sağlık , hep  estetiktir.

Madde 8:
"... Şu fazlalık 10 kiloyu bırakın.
40'ların sonundasınız ve 5-10 kilo fazlanız var... Derhal o kiloları bir yerlerde bırakın. Yürüyüşte, yüzmede, spor salonunda... Fark etmez. Sorun "estetik" değil, sağlık. Fazla her kilo 50'lerden itibaren sağlık açısından bir tehdit çünkü."

Benden bir öneri: Kilolarınızdan kurtulmak için 50'li yaşlarınızı beklemeyin  geç değil ama inanın  güç oluyor.


50 yaşından itibaren neleri bırakmalı
Hayat çok kısa. Ya da çok uzun. Nereden baktığınıza bağlı.
Ama logaritmik bir ilerleyişi olduğu kesin.
Yani yaşamın çocukluk-gençlik döneminde yılların araları çok çok uzun ama yaşlandıkça feci kısalıyor. 6 yaşla 10 yaş arasında neredeyse asırlar varken, 45 ile 49 arası bir göz kırpmalık mesafe sanki.
O yüzden de ilerleyen yaşlarda hayat daha kıymetli geliyor hepimize. Acayip uçucu olduğu için.
Yabancı bir internet sitesinde "50'lerden itibaren bırakmanız gereken 10 şey" konulu bir yazı görünce, ilgilendim haliyle. Ve sizlerle de paylaşmak istedim.
1... Eski eşinizden ya da sevgilinizden nefret etmeyi bırakın. 
Nefret insanı sinsi sinsi kemiren bir duygudur. Son günlerin moda deyimiyle "affetmeyi öğrenin". Affedemiyorsanız, en azından "kayıtsız kalın". 
2... Dedikoduyu ve başkaları hakkında kötü konuşmayı bırakın.
Artık lisede değilsiniz. Dedikodu sizin için enerji ve zaman kaybından başka bir şey değil.
3... Minnet duymama huyunuzu bırakın.
Size iyi davrananları değil, kötü davrananları önemseme ve sürekli bunları gündemde tutma huyunuzu bir tarafa bırakın. Kızınızın ya da oğlunuzun doğum gününe, nişanına, nikahına kimlerin gelmediğine değil, kimlerin "geldiğine" odaklanın. Size kazık atanları değil, hoşluk yapanları "parlatın".
4... "Ümitsiz vaka" arkadaşları bırakın.
Herkeste vardır öyle bir ya da iki arkadaş. Sürekli bir takım dertlere batıp çıkarlar ve her battıklarında size koşup saatlerce kafanızı ütülerler. Ama söylediğiniz hiçbir lafı da iplemezler. Ayrıca, siz zor durumda kaldığınızda nedense hiç ortalarda görünmezler. Gençken tamam da, 50 yaşından sonra kıymetli vaktinizi böyle boş işlerle harcamayın. 
5... Karmaşayı bir tarafa bırakın.
İnsan 50 yaşına yaklaşırken, neyin değerli neyin daha az değerli olduğunu az buçuk anlıyor. Aile, gerçek arkadaş(lar), dost(lar) ve sizin için gerçekten anlamı olan bir "iş". Gerisi hakikaten kuru gürültü. Dolaplar dolusu giysiye ve elli tane ayakkabıya da ihtiyacınız yok, laf olsun torba dolsun misali sosyal aktivitelere de. Ve ruhunuzu öldüren bir işe de.
6... Kafası karışıklığı iyi bir şey sanmayı bırakın.
"Karmaşık insanlar" ilginçtir. Ezbere konuşmazlar, her davranışlarının bir nedeni vardır. Bilgileri süs gibi durmaz üstlerinde, içselleştirmişlerdir. Onlar sayesinde yeni bakış açıları keşfederiz, zenginleşiriz. Ama "kafası karışık insanlar" ilginç değildir. Hayatı çorbaya çevirmekten başka işe yaramazlar.
7... Daha fazlasını istemeyi bırakın.
Mutlu insanların ortak sırrı, ellerinde olanın kıymetini bilmeleridir. Elindekinin kıymetini bilmiyorsan, daha fazlasını istemenin bir anlamı yok, çünkü o da seni mutlu etmeyecek. Daha da fazlasını isteyeceksin.
8... Şu fazlalık 10 kiloyu bırakın.
40'ların sonundasınız ve 5-10 kilo fazlanız var... Derhal o kiloları bir yerlerde bırakın. Yürüyüşte, yüzmede, spor salonunda... Fark etmez. Sorun "estetik" değil, sağlık. Fazla her kilo 50'lerden itibaren sağlık açısından bir tehdit çünkü.
9... Her şeye evet demeyi bırakın.
Kimsenin kalbini kırmamak ya da sevimli görünmek adına, olur olmaz her isteğe "evet" demeyi bırakın. Sizi zorlayacak, size ters gelen, sizi gerecek hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsiniz. Hele 50 yaşından sonra!
10... Yaşlılıkla ilgili klişe düşünceleri bir tarafa bırakın.
Nasıl bir orta yaş ve yaşlılık dönemi geçireceğinize kendiniz karar verin. Canınız istiyorsa ve paranız varsa Küba seyahatine 60 yaşında da gidersiniz, sörf yapmaya 50 yaşında da başlarsınız, kime ne? 
Orjinal yazı  Neslihan Acu

8 Ağustos 2014 Cuma

KÖŞE Yazıları!..

Bu gün aklımda böyle bir paylaşım yapmak yoktu. Ülkem gündemini işgal eden en önemli konu malum; Cumhurbaşkanlığı seçimi. Bu gündemin yan unsurları da adayların sarfettikleri sözler. Bunların neler olduğunu da gündemi izleyen herkes üç aşağı beş yukarı bilir.
Yılmaz Özdil'in köşe yazısını okuyunca not etmek istedim. Anlatığı hikaye beni çok etkiledi. Bu güzel ülkenin önce insan olduğunu unutmamış, farklılıklarını zenginlik olarak gören, özde bir, güzel insanlarının birlikte yazdıkları, benzer hikayeler o kadar çok ki.  

Yılmaz Özdil yazısını sonunda der ki:

"İnsan ol önce insan.
Soy sop değildir önemli olan."

Ben bu kadarını yazmış olayım. Yazının tamamını merak edip okumak isteyen olursa;  lütfen burayı tıklasın.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

ANNE... Stres ve Mizah:))

 Bu günlerde liseyi bitiren oğlumun "Üniversite Tercih Dönemi"ndeyiz. Dört yıl önce kızım ile de aynı dönemden geçmiş,  aynı stresi yaşamıştık. Dört yıl nasıl geçti anlamadık, kızım mezun oldu bile:)) 
 Oğlum için de dört yıl sonra benzer şekilde hissedeceğiz hiç kuşkusuz.   
 Böyle stresliyken bir sosyal paylaşım sayfasında "Anne" yi tanımlayan yazıyı okuyunca gülmekten kendimi alamadım.   
 Özellikle "Türk Anneleri"ni abartısız, gerçekçi bir  mizah diliyle anlatan, bazı satırlarında kendimi gördüğüm bu yazıyı, bu günlerin anısına buraya not etmek istedim


ANNE KİMDİR?  




1-Ne Kadar Üzsen De 10 Dakika Sonra Seni Affeden Zarif Bir Memeli Türüdür...
2-Yağlı Bile Olsa Tiksinmeden Saçını Okşayan,Kucağına Yatıran, Öpüp Koklayan Tek Varlıktır...
3-Meleğin Süt Verebilenidir...
4-Yarasın Diye Muhallebinin İçine Ciğer Katarak Çocuğuna Yediren Manyaklık Derecesinde fikir üretendir..
5-Yemek Yemeyen Çocuğun Dikkatini Çekmek İçin Elindeki Tencere Ve Tavalarla Maymunluk Yapabilen Kişidir.
6-Kafayı Çocuklarıyla Bozmuş,Göbek Bağı Kopsa Da Yürek Bağı Asla Kopmayan,Sevgi Dolu Fedakar İnsan Dişisidir...
7-Bulaşık,Ütü yada başka işler yaparken Bile Otomatik Olarak Çene Çalan,Kendi Kendine Konuşan,Kadın Dırdırı Denen Mereti Erkeklere Daha Küçükten Belletendir...
8-Yemek Uzmanı,Düzen İnsanı,Bilgili,Kültürlü Her Şeyi Bilen Şahsiyettir...
9-Yavrularını Yol Tarafından Değil,Kaldırım Tarafından Yürütendir...
10-Dizi Dizi İncidir Lakin Gerektiğinde Laf Sokma Dalında Da Birincidir...
11-Sevgiliden Ayrılma Haberi Verildiğinde,'Amaaan Ben Sana Daha Güzelini Bulurum' Diyebilen Komik Bir Karakterdir...
12-'Oğlum Aradım Yoktun Ben De Mesaj Atayım Dedim Sana.Gelince Ara Beni Emi Aslan Evladım Kara Börülcem Benim Öptüm Annen , Şeklinde Mesajlar Atabilen,Teknolojiyi Israrla Reddeden, Kabullenemeyen,Kafasına Göre Yorumlayan Bilişim Düşmanıdır AMA..
13-AMA Dünyanın En Güzel Kucağına Sahip,En Güzel Kokan, Harikulade Bir Varlıktır...
14-Olmadık Yerlerde İyi Ki Doğurmuşum Ulen Seni!' Diyen Ve Benim Hatırıma Benimle Freddy Mercury Dinleyen Bir Sabır Ağacıdır...
15-Evlatlarını Asla Ayırmayan,Aynı Zamanda Birbirinden Koruyan Güç Abidesidir...
16-Evde Bir Yere Uzandığınız An Orada Temizlik Yapacağı Tutan, Temizlik Konusunda Kayışı Kopardığından Temizlikçi Gelecek Diye Evi Temizleyen Balans Ayarı Kaçmış Temizlik Kaynağıdır...
17-Mutfakta Yaşayan,Evde Herkesi İdare Eden Bir Tür Canlıdır...

18-Oğlunun Damat-Kızının Gelin Olduğunu Görünce,Çocuğu Mezun Olunca,Çocuğu Gol Atınca,Çocuğu Hasta Olunca,Çocuğu Askere Gidince,Asmalı Kabağı Seyredince,Dolar Yükselince Velhasıl Buna Benzer Bir sürü Şeye Ağlayabilen,Bu Mesajı Okurken Duygulanıp Gözleri Dolabilen,Ağlamaya Meyilli Bir Yapısı Olan Duygu Pınarıdır...
19-Uzakta Dursa Da Yakın Hissedilen,Canı Hep İstenen,Asla Vazgeçilmeyen,Dizinin Dibinde Olmak İstenen,Evlatların Varlığını Varlığına Armağan Edebileceği,Islak Kuru Ama Heeeep Duygulu Tek Kadın Modelidir..

29 Haziran 2014 Pazar

KÖŞE Yazıları!..

 Hem gündemi izlemek, hem de benim ifademin yetersiz kaldığı duygu ve düşüncelerimi yansıtan, sevdiğim yazarların yazılarını "Köşe Yazıları" başlığı ile kaydetmeye devam ediyorum.

Yazının sonunda yazarın adına "tık"layarak orjinal yazıya ulaşılabilir.



Allah kabul etsin…
Ramazandır…
Sofranızdaki zeytin tanelerine iyi bakın…
O sıcak çorba…
Kırmızı domatesler…
Bir dilim ekmeği alıp koklayın ve aynı anda milyonlarca Müslüman’ın dünyanın en zengin kaynakları üzerinde bu gece de aç uyuyacaklarını düşünün…
Dahası binlercesinin birbirini öldüreceğini bilin…
Ve sorun:
“Neden?..”
*
Çünkü öğrenme ve düşünme yeteneği hurafelerle, yalanlarla, sahtekarlıklarla köreltilmiş toplumlar, asla ve asla medeni yaşamlar kuramazlar…
“Şıh gece uçtu”ya ağlarlar…
Ama minik bebeğin öbür mezhep tarafından niçin öldürüldüğünü ve bir minik kuş gibi gökyüzüne niye uçup gittiğini düşünemezler…
*
Öğrenme ve düşünme yeteneği köreltilmiş insanlar, her şeyi kadere yorup soru sormazlar?..
Bu milletin yarısı aç ve yoksulluk sınırındadır işte…
On yılda Harun kadar zengin olanlara sorsalar:
Türkiye “Ekonomide yıldız gibi” parladıysa, 3,5 milyon aile belediyelerden gelen nohuda, makarnaya niçin muhtaçtır?..
*
Ramazan ayları aç kalmak için değildir…
Soru sorma zamanıdır…
*
Dinleri, ona inananlar yüceltir…
Aç elini sor o zaman:
Talan…
Yağma…
Adaletsizlik…
İntikam…
Yalan…
Dolan…
Hırsızlık, hangi dinde ödüllendirilip de yüceltilir?..
*
Orucunuzu Allah kabul etsin…
İnanarak, yürekten, tertemiz, saf duygularla mutlu olun dilerim…
*
Bu akşam iftar sofrasında bir dilim ekmeği koklayın…
Sorun:
Güney Afrika’dan, Yemen’den, Afganistan’a kadar tüten yanık insan kokusunun, yeryüzünde sadece Müslüman coğrafyasında süren ilkelliğin ve vahşetin sebebi nedir?..
Tuttuğunuz orucun hatırı için sorun bu gece:
“Neden?..”

25 Haziran 2014 Çarşamba

KİLO... Yaz... Tatil...

Pek çok insan benim gibi kış boyunca fazla kilolarından kurtulmak için çaba gösterdi eminim.
Herkesin kilo verme nedeni farklı olabilir.
Nedenimiz ne olursa olsun, yaz gelmeden forma girmek, mayolarımızın, bikinilerimizin içinde göze hoş görünmek biz kadınların (eminim erkeklerin de) motivasyon kaynağı oldu.   
Peki kilo vermenin zamanı var mı; kışın kilo verilir, yazın tatil mi yapılır?..  

Eee ne durumdayız!
Yaz geldi, tatil planları yapıldı.
İdeal kilomuza ulaştık mı?  Ulaşamadık  diye tatil planlarımızdan vaz mı geçelim...
Yoksa hedefimize ulaşamamış olsak da " tatilimi de yaparım, zayıflamaya da devam ederim "  mi diyelim...

Ben 7 ayda 7 kg verdim. Hedefim en az 12 kg vermekti ki bunu pek çok insan 3 ayda rahatlıkla verebilir.
Kg olarak hedefe ulaşamadım ama asıl hedefim olan, yaşam tarzını değiştirme hedefimi gerçekleştirdim.
Belli ki bu yaz kumsalda pek sükse(!) yapamayacağım ama bu gidişle önümüzdeki yaz iddialıyım:)))

Aşağıdaki yazıyı okuyunca bir kez daha "aklın yolu birdir" diyerek  not edeyim dedim:


Zayıflamak İçin Geç mi Kaldınız?
Evet, belki de artık zayıflamak için, hayalinizi kurduğunuz ideal kilonuza ulaşmak için çok geç olduğunu düşünüyorsunuz. Öyle mi? O zaman ne yaptınız? Vazgeçtiniz değil mi? Bir dahaki bahara mı attınız programı?
Eğer zayıflamak için doğru zamanı bekliyorsanız daha çok bekleyeceksiniz. Zayıflamak, döneme, güne ait bir şey değildir. Yaşam tarzında bir değişiklik yapmaktır. Sonuç odaklı değil süreç odaklı bir çalışmadır. Sadece vereceğiniz kiloya odaklanırsanız zayıflamak için yaptığınız her şeyi hedefe ulaştıktan sonra bırakırsınız. Böylelikle yine eskiye dönersiniz. Değişim için kararlı olmak gerekir. Pazartesiye, ay sonuna, yılbaşına atılan zayıflama programlarınız varsa hiç boşuna beklemeyin. Şimdi, harekete geçmek için neye ihtiyacınız var onu bulun. Sizi ne motive eder? Sizi bugün başlamaktan alıkoyan şey ne? Bunları bulun.
Düşünsenize şimdi harekete geçseniz, yavaş yavaş alışkanlıklarınızı değiştirseniz ve ayda sadece 2 kilo verseniz (ne o beğenmediniz mi, az mı geldi?) yılda 24 kilo vermiş olursunuz. (Geçen sene başlasaydınız şimdi 24 kilo daha ince olacaktınız, şimdi kendinizi nasıl hissederdiniz?) Yavaş yavaş ve alışkanlıklarınızı değiştirerek yapacağınız incelme, hem sağlıklı hem de kalıcı olur.
Kendiniz için güzel bir şeyler yapmanın zamanlaması olur mu? Kendinize değer vermeyi, sağlık vermeyi, güzellik vermeyi niye erteleyesiniz ki? 
Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...
          Arzu Bıyıklıoğlu                        
          Orjinal yazı

21 Haziran 2014 Cumartesi

GIDA, Hile, Sahtekarlık!...


Gıdada hile yapıldığını hep biliriz de ne derece olduğunu tahmin edemeyiz. 

Görülüyor ki; üç kuruş kazançları için, insan sağlığını tehlikeye atmakta sınır tanımayan vicdansızlar, sahtekarlıkta da sınır tanımıyorlar.

Aşağıdaki haberi okuduktan sonra, aldığım gıdaların içeriğinden nasıl emin olabilirim hiç bilmiyorum!.. 

Kireçli beyaz peynir

 

GIDADAKİ hile TBMM gündemine  taşındı. 
Küf tutmuş ve bayatlamış peynirlerin eritilerek krem peynir haline getirildiği, beyaz peynire de parlak görünüm amacıyla kireç katıldığı belirlendi.MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu ve 23 arkadaşı, hileli gıdalar konusunda Meclis araştırması istedi. Bu konudaki önergede 'Yetersiz denetim ve basit cezalar karşısında hileli gıdalar, insan sağlığını tehdit etmektedir " denildi.

 Gıda hileleri şöyle sıralandı:
* Ekmeği beyazlatmak ve geç bayatlamasını sağlamak için kimyasal maddeler kullanılmakta, kepekli ekmek ve çavdar ekmeği gibi ürünlerde de, bazı gıda boyası ya da kakao  kullanılmaktadır.


* Zeytinyağına pamuk, ayçiçeği, kanola gibi bitkisel yağlar karıştırılmakta, sabun üretimindeki yüksek asitli yağlar da işlemden geçirilip natürel sızma zeytinyağı diye satılmaktadır.

* Zeytin parlak hale getirmek için tekstil boyası ve kimyasal boya kullanılırken, zeytinyağı küspesinden elde edilen prina yağı, kolon sızması diye zeytinyağının içine karıştırılmaktadır.

* Küf tutmuş ve bayatlamış peynirlerin eritilerek krem peynir haline getirildiği, beyaz peynire kireç katılarak parlak hale getirildiği bildirilmektedir.

* Nişasta ve bitkisel yağ katılmış döküntü beyaz peynirler yağlı tulum peyniri olarak satılıp, küflü kaşarlar eritme peynire dönüştürülmektedir. Sütün öz yağı alındıktan sonra yerine yağlı süt izlenimi verecek şekilde katı margarin yağ karıştırılmaktadır.

* Bayat ya da sağlıklı bir şekilde korunmamış sütler kayıt dışı olarak satın alınıp şarküteri ürünleri yapımında kullanılmakta, peynir altı suyundan ve süt tozundan yapay süt imal edilmektedir.

* Büyükbaş hayvan yağından elde edilen jelatin toz halinde yoğurda katılıp, kıvamlı hale getirilmekte, köy yoğurdu olarak satılmaktadır. Tereyağına patates ve margarin karıştırılmaktadır.

* Dana kıymaya tavuk kıyması, tavuk sakatatı, iç yağ katılmaktadır. Salam, sosis ve sucukların içine baharatla karıştırılmış soya, hayvansal etsel atıklar, akciğer gibi iç organlar, kireç suyunda soyulmuş sarımsak karıştırılmaktadır.

* Son kullanma tarihi geçmiş sucuklar, yeni sucukların içine katılarak yeni imal edilmiş gibi gösterilmekte, tavuk dönerin içine tavuk derisi ve bağırsak karıştırıldığı belirtilmektedir.

* Glikozun içine polen,  renklendirici ve esans katılarak sahte bal imal edilmektedir. Arıcılar, kovanların önüne şeker şurubu veya glikoz koyarak, gerçek olmayan bal üretilmektedir.

* Kırmızıbibere kiremit tozu, kimyasal boyalarla renklendirilmiş yabancı maddeler, karabiberin içine boya maddeleri, bitkisel baharatların içine kurutulmuş ot karıştırılmaktadır.

Haber Kaynağı


~~~~~~~~~~~   ~~~~~~~~~~~       ~~~~~~~~~~~~        ~~~~~~~~~~~~       ~~~~~~~~~~

Yeni öğrendiğim, gıda hilekarlığı haberini, güncelleme yaparak ekleme gereği duydum. Bebekleri hedef alan bu sahtekarlığı herkesin bilmesi gerekiyor.


DEHŞETİN BELGESİ: Milupa ürünlerinde GDO tespit edildi

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın “Türkiye’de GDO yoktur” şeklindeki iddialarının aksine piyasa denetimleri sırasında GDO tespit ettikleri ortaya çıktı. Yayınımız üzerine Bakanlıktan yazılı açıklama geldi.

MILUPA ÜRÜNLERİNDE GDO
Bursa İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü elemanlarının piyasa denetimleri sırasında aldıkları “Milupa Aptamil Sütlü Tahıl Karışımı” ürünün incelemesi sırasında GDO tespit ettiler.
GDO’nun varlığından emin olmak için Milupa Aptamil Sütlü Tahıl Karışımı’na ait şahit numuneleri Ankara Kontrol Laboratuarı’nda gönderdiler.
Ankara Kontrol Laboratuarı’nın yaptığı analizlerde Milupa’nın GDO içerdiği kesinleşti.
MILUPA'YA TOPLATMA
Bunun üzerine GDO’lu Milupa’ların ürünlerin toplatılması için, 80 il Valiliği’ne yazı gönderildi.
BAKANLIK TEŞHİR ETMEDİ
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin ele geçirdiği belge, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca henüz teşhir edilmedi. Ancak Bakanlığı'n Gıda Hareketi'ne yaptığı özel açıklama ile işlem ve süreç doğrulandı.

Haberin devamı ve belgelerinin görüntülerine gidahareketi.org adresinden ulaşılabilir.

Daha önce yayınlanmış sayfayı yanlışlıka sildim ne yazık ki. Taslağını silmemişim iyi ki yeniden oluşturup, yayınlayabiliyorum bu sayede.
Sayfayı  yanlışlıkla kayıtlar bölümünden sildim. O sırada yayınlanmış sayfa başka bir sekmede acık olduğu icin yorumları da  oradan kopyalayıp buraya ilave edebiliyorum:))

Umarim gercekten gida konusunda sagligi tehdit edenler arastirilir ve cozum bulunur. Bunu yapanlarda nasil bir vicdan var acaba!!! Artik ne yiyecegimizi sasirmis durumdayiz :(
Evet Sinemcim. Evde yapalım diyeceğim ama herşey evde yapılmaz ki. Bireysel olarak yapabileceklerimiz sınırlı. Umarım yetkili olanlar üstlerine düşeni yaparlar...

Bosuna hastaliklar artmiyor.Hayatimiz tehlike altinda.Organikler pahali. Hos onlarda ne kadar Organik oda mechul.

Burda gida kontrolleri cok ciddi yapilsada, yine bu tür ,üc kagitcilik,sahtecilikte oluyor.Kontrollerde ortaya cikiyor ve ilan ediliyor.

Dilerim ciddi cezalarla,kontrollerle düzeltilebilir.

Herkesin bütcesi,özel Organik ciftlik ürünlerine yetmeyebilir, yada köyden peyniri ,tereyâgi,zetinyâgi gelmeyebilir.Onlar ne yapacâk?

Tüketici haklarini koruyan derneklere büyük is düsüyor.Allah yardmcimiz olsun...
Sorma Şuleciğim, Türkiye'de durum çok vahim. Ben bu sayfayı yayınladıktan sonra öğrendim ki;
Milupa çocuk mamalarında GDO olduğu tespit edildiği için toplatılma kararı alınmış.
Bu güne kadar kullananlar çocuklarının gördüğü zararı nasıl telafi edebilir.

Gıda hareketi organizasyonu sayesinde ortaya çıkarılmış. Güncelleme yapıp sayfaya ekledim. Hala kullananlar olabilir, çünkü Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı henüz bu konuda bir açıklama yapmamış. Ne diyeceğimi hiç bilemiyorum!..

şaşkınlık içinde kaldım oğlumda hiç hazır mama kullanmadım ama ya beni emmeseydi?? çoğu kişi gibi tercih edeceğim ilk markalardan olacaktı bu nasıl telafi edilecek
gıda mezunu biri olarak ülkemizde organik gıda yok diyebilirim çünkü organik toprak yok mutlaka ilaçlanmış .... köy ürünü - çiftlik ürünü bunlara inanmayalım bunlar organik değil o sertifikalar bir kere verilir satıcıda sürekli alıcıya o belgeyi gösterir
normalde hiç bir markette kırmızı et -sakatat- beyaz et aynı reyonda olmamalı sadece minik bir camla ayırmış gibi görünür dikkat ederseniz birbirine hava geçişi vardır güya denetlenir cezalar asla caydırıcı değildir gıda mevzuatına göre çok komik rakamlarda parasal cezalar vardır ....yine de bakanlığın çalışmaları mevzuat değişiklikleri var şimdilerde denetlemeler biraz normalleşebildi umarım tamamen düzelir
ben mümkün olduğunca paketlenmemiş -ışınlanmamış gıdalar almaya çalışıyorum siz ne yapıyorsunuz ? işimiz çok zor bilgilendirme için teşekkür ederim arkadaşlarımı uyaracağım

Sevgi'cigim nasilsin?

Yazilarinida yorumlarida arar oldum...

25 Mayıs 2014 Pazar

DARÜŞŞAFAKA, Sınav ve Soma

Bu gün "Miraç Kandili":  Güzel düşünmek, güzel görmek, güzel işlere aracı olmak için  en güzel günlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bütün insanların iyilik ve güzelliklerle buluşmasını dilerim.

Darüşşafaka her yıl annesi veya babası olmayan çocuklar için  bir sınav yapmaktadır. Başarılı olanlara ise ücretsiz olarak eğitim olanağı sağlamaktadır. Şimdi sınav başvurularını kabul ediyor.

 Son müracaat tarihi 28 Mayıs 2014.  Daha önce haberdar olup bu duyuruyu zamanında yapmak isterdim.  Ne yazık ki  geç haberim oldu. Yine de başvurmak isteyenler için 3 gün var. Sınav şartları ve gerekli olan belgeler  Darüşşafaka'nın web sitesinden öğrenilebilir.

'Soma' da babalarını kaybeden çocuklarımız, bu olanaktan yararlansalar, ne güzel olur' diye düşünürken aşağidaki haberi okudum ve çok sevindim. 

Darüşşafaka Cemiyetini bu girişiminden dolayı kutluyorum.


Darüşşafaka'dan Soma hamlesi

Darüşşafaka Lisesi, Soma faciasında yaşamını yitiren madencilerin çocukları için yardımda bulunmaya hazırlanıyor. Darüşşafaka Cemiyeti'nden yapılan açıklamada, "Tarihi boyunca ülkenin zor günlerinde yaraları sarmak için elinden gelen desteği veren Darüşşafaka, Soma'da yaşanan kazanın vahim boyutu ortaya çıktığı andan itibaren yaraların sarılabilmesi için neler yapabileceğimizi tartışmaya başladık" denildi.

Yazılı açıklamada ayrıca şu bilgilere yer verildi:
"Soma İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün yanı sıra Manisa, Kütahya ve Zonguldak İl Milli Eğitim Müdürlükleri’yle bağlantı kurarak, baba kaybı olan ve Darüşşafaka'nın giriş koşullarını taşıyan öğrenciler hakkında bilgi talep edilmiş ve süreç takip altına alınmıştır. Bildiğiniz gibi bu yıl sınavımız 1 Haziran Pazar günü yapılacaktır. Soma'da babasını kaybeden 4. sınıf öğrencilerinin bu kadar taze bir acıyla 1 Haziran'daki sınavımıza katılabilmesinin olanaksızlığının farkındayız."
Açıklamaya göre, Darüşşafaka Cemiyeti'nin 20 Mayıs 2014 Salı günü yapılacak Yönetim Kurulu Toplantısı'nda Soma'da babasını yitiren ve Darüşşafaka Lisesi'ne giriş koşullarını taşıyan çocuklar için çözüm üretileceği de vurgulanan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Darüşşafaka Cemiyeti olarak her zaman olduğu gibi Soma’da yaşamını yitiren vatandaşlarımızın geride kalan evlatlarına karşı, eğitimde fırsat eşitliği misyonumuz çerçevesinde üzerimize düşen ödevi yerine getireceğiz."
DARÜŞŞAFAKA'YA GİRİŞ SINAVI 1 HAZİRAN'DA
Babası veya annesi hayatta olmayan, maddi olanakları yetersiz, yetenekli çocuklara parasız ve yatılı eğitim fırsatı tanıyan Darüşşafaka Eğitim Kurumları’nın 2014 yılı sınav takvimi belirlendi. Buna göre; Darüşşafaka Giriş Sınavı’na başvurular 28 Mayıs 2014 Çarşamba günü sona erecek. Sınav, 1 Haziran Pazar günü saat 10.00’da 20 ilde yapılacak. Sınavda başarılı olan, mali durum araştırması ve sağlık kurulu kontrolünden geçen öğrenciler ortaokuldan üniversiteye ücretsiz kolej eğitimi alma hakkı elde ediyor.

23 Mayıs 2014 Cuma

SOMA, Yardım, Güven!..

Yardımlaşmak, insan olmanın önemli özelliklerinden biridir; şimdi de Soma'da ihtiyacı olanlara  ne yapabilirsek, ne kadar yapabilirsek yardım etmek istiyoruz.

Benim kişisel düşüncem ; yardım etmek de, yardıma aracı olmak da sorumluluk gerektirir.
Derdimiz sadece vicdanımızı rahatlatmaksa diyecek sözüm yok. 
Eğer yaptığımız yardımın sorumluluğunu taşıyorsak;
Sorgulamadan,
aracı olanlara güvenmeden,
yerine ulaşacağından emin olmadan,
inanmadan yardım etmeyelim. 

Doğru kişi ve kurumlar aracılığı ile,
doğru şekilde ve ihtiyaca yönelik biçimde yardım edelim.

Yardım etme ile ilgili yaşadığım bir deneyimden sonra güven duygumu yitirdim. Hele de aralık sürecinden sonra kime ve neye güveneceğimden hiç emin değilim.    
Beni ve bir çok kişiyi bu duruma düşürenlerin, bir gün hesabını vereceklerine olan inancım ile teselli olmaktayım.

Yıllar önce "Deniz Feneri" aracılıyla yardımda bulunmuştum. Sonrası malum, toplanan yardımların nerelere gittiğini ve bunu yapanların ne kadar ceza aldığını (almadığını) hep beraber gördük. 
Kandırılmış,  aldatılmış,  dolandırılmış olmak bir yana, yaptığım yardımın ihtiyaç sahibine ulaşmamış olması en büyük üzüntümdür. İşte o gün bu gündür ben, elimle vermeden , gözümle görmeden yardım etmiyorum. Bu benim seçimim!..

Aşağıdaki haber, yardım etmek isteyenlere bir uyarı niteliğinde:

'Tazminat' kurnazlığı

f57f42a93ec5fd9e_480x270

İktidar, Soma için toplanan yardımları zorunlu olarak ödemesi gereken maddi bedelden düşecek.
 301 işçinin yaşamını yitirdiği iş cinayetinin ardından, devletin Soma mağdurları için ödeyeceği tazminat da gündemde. Ancak bu konuda çarpıcı iddialar da var. Onlardan biri, devletin kamu eliyle toplanan maddi yardımları, Soma’da emekçi yakınlarını kaybeden aileler için ödeyeceği tazminattan düşecek olması. AKP iktidarının topluma bir an önce yardım toplanması için çağrıda bulunması ve bağışlar için bir devlet kurumu olan AFAD’ı adres göstermesi iddiaları güçlendiriyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün AKP grup toplantısındaki ifadeleri de bu açıdan önemli.
“Şehit yakınlarımızın yararlandıkları imkânlardan yararlanmaları için ne gerekirse yapıyoruz, yapacağız. Başbakanlık’ça Soma için bazı suiistimallerin önünü kesmek için, bunları engellemek için AFAD’ın açmış olduğu yardım kampanyasını başlattık. Birçok dernek hemen devreye girdi. Biz, burada bu işi dernekler vesaire belediyeler olmasın istiyoruz. Hepsini bu iş için kurulan AFAD’la yürütelim istedik. Sadece Soma’ya ait olmak üzere bu işi AFAD yürütecektir. Başbakan Yardımcımız Beşir Atalay Bey de AFAD’ı bu noktada koordine edecektir. Hesap açılmıştır. Bütün yardımlar tek elde toplanacak. İhtiyaç sahiplerine ulaştırılacaktır.”
Erdoğan’ın bu sözleri onun, yardımları AFAD vasıtasıyla tek elde toplamak istediğinin açık bir kanıtı.
Bir Umut Derneği’nden, “Adalet Arayan İşçi Aileleri”nin gönüllü hukukçularından Erbay Yucak, konuyu şu sözlerle ele alıyor: “Van depreminin ardından da aynı şeyi yaptılar. Halkın eliyle toplanan yardımı tazminattan düştüler. Toplanan parayı da başka işlerde kullandılar. Mağdurlara sözüm ona ucuza ev verdiler. Ev paralarını da onlara ödettiler. Oysa ortada zaten mağdurlar adına toplanmış yüklü bir para vardı.”
Yucak, yardımlar konusunda halkın sağduyulu olması gerektiğine de şu sözlerle dikkat çekiyor: “Soma’da büyük mağduriyet yaşayan aileler için yardımların ivedi olarak değil, sakinlikle toplanmasını ve yönlendirilmesi daha uygun olacaktır. Bu uzun bir süreç. Doğru değerlendirmek gerekiyor. Oradaki insanların evleri yıkılmadı, bu yüzden ihtiyaçları çok farklı. Sorunlar uzun vadede ortaya çıkacak. Devlet zaten mağdurlara tazminat ödemek zorunda. Bu nedenle yapılacak yardımların doğru bir yere kanalize edilmesi önemli!”

Erk Acarer / Cumhuriyet  

 

20 Mayıs 2014 Salı

KÖŞE Yazıları!..

 Bu gün itibarıyle hergün okuyup beğendiğim köşe yazılarını "Köşe Yazıları" başlığı ile arada bir  blogumda paylaşmaya karar verdim. 
 Hem gündemi izlemek, hem de benim ifademin yetersiz kaldığı duygu ve düşüncelerimi yansıtan, sevdiğim yazarların yazılarını kaydetmek istiyorum.
Yazının sonunda yazarın adına "tık"layarak orjinal yazıya ulaşılabilir.

Kaderiniz Batsın!

“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, insanların nasıl öldüğüne bakın” der Albert Camus...
20 yaşındaki Berna, Adapazarı’ndaki evinin salonunda annesiyle oturuyordu.
Birden dışarıdan silah sesleri geldi. Pencereye çıktığı sırada bir kurşun alnına saplandı.
Berna oracıkta can verdi.
***
Silahı sıkan, 37 yaşında bir magandaydı.
Siteye arabasıyla dalıp “Ben dayıyım, ben katilim” diye rastgele ateş etmeye başlamıştı.O kurşunlardan biriydi Berna’ya saplanan... Adamı yakaladılar.
Emniyet’te
 gazeteciler, “Pişman mısın” diye sordu. Maganda, Soma’dan hatırladığımız bir cevap verdi:“Kazayla olan bir şey... Takdiri ilahi...”
***
“İlahi takdir”in suçlular için kutsal bir sığınak olması, tüm suçların günahının ona yıkılması, dindarları rahatsız etmiyor mu?Niye, “Göz göre göre cana kıymışsın işte...
Ne diye ilahiyatı
 karıştırıyorsun” demiyorlar?“Madende ağır ihmalden kaynaklanan katliama nasıl ‘fıtrat’ deyip geçeriz.
Maden kapısında
 bile ‘Önce tedbir, sonra tevekkül’ yazıyor” diye feryat etmiyorlar?“Fıtrat buysa, neden aynı deprem Japonya’da birkaç camı kırarken, Türkiye’de binlerce cana mal oluyor” diye sormuyorlar “Neden kader, ağlarını örmek için hep fukara topraklarını seçiyor” diye meraklanmıyorlar?
***
Bizim asırlık davamız, “kader”in yerine “akıl”ı koyma kavgası...
Aydınlığa sırtını dönmüş toplumlar, başına gelenleri “alın yazısı” sayarak dayanabiliyor acıya...
Ve böylece yönetilebiliyor
 kolayca...

Evinde oturduğu yerde kurşunlananı, “Vadesi gelmiş” diyerek defnediyor.
Madende alenen öldürülmüşken, “İşin doğasında var bu” diyene kanıyor.“Olacağı varmış. Kısmet buraya kadarmış” diyerek kabulleniyor haksızlıkları...
“İşin fıtratında bu yok, sizin tıynetinizde bu var” diye isyan etmiyor onu diri diri mezara gömenlere...
“Mukadderat” sayıyor, sineye çekiyor.
Tevekkül, suçluya sığınak, iktidara dayanak oluyor.
***
Türkiye’yi tanımak isteyen, nasıl öldüğümüze baksın.
Gelişmiş dünyada bebek ölüm hızı binde 6; Türkiye’de binde 17...
İsveç’teki bebeklerin alın yazısı neden bizimkilerden farklı Neden ortalama yaşam süresi Norveç’te 80 iken, Türkiye’de 71, Zambiya’da 37?
Neden Başbakan, Batı’daki maden kazalarına ancak 19. yüzyıldan örnek bulabiliyor?Kişi başına düşen milli gelir ile iş kazalarındaki kayıp sayısı arasındaki ters orantı, hangi alında yazılı?Okur-yazarlık arttıkça doğal afetlerde ölümlerin azalması, cehaletle felaketin tırmanması, hangi kaderle açıklanabilir?
Neden nükleer santral faciasından sonra Japon Başbakanı istifa ederken, kömür madeni faciasından sonra Türk Başbakanı bölgeye gidip yurttaşını tokatlayabiliyor?Kaderimiz mi?İnsani Gelişim Endeksi’nde Japonya 10., Türkiye 92. sırada olduğu için mi?
***
Aydınlanmadan geçmiş, akla dayalı, müreffeh toplumlar kaderini yenebiliyor.
İktidardan
 tokat yiyen ülkeler seviyesinden, aciz iktidarı tokatlayan toplumlarseviyesine yükseliyor.Biz, geçiş dönemindeyiz.

Tokadı yiye yiye atmayı öğreniyoruz.
“Kader” diyenlere, artık “Kaderiniz batsın” diyoruz.Bu kaderi değiştireceğiz; inanıyoruz.
17 Aralık’ı örtbas operasyonu
17 Aralık operasyonunun ilk anında hükümet ne yapacağını bilemedi.
Deliller
 sağlamdı; dinlemeler yasal...

Her şey ayan beyan ortaya çıkmıştı.
Hemen ertesi gün toparlandılar; operasyonu yürüten savcıların arasına iki savcı eklediler.
Biri, Ekrem Aydıner’di. “Skandal örtbas edilecek” diyenlere Başsavcılık cevapverdi:
“Katiyen. Soruşturma hızlansın diye iki savcı daha görevlendirdik.”
Yalandı. 6 hafta sonra, soruşturmayı yürüten savcılar, hem de iddianameyi tam bitirmek üzereyken görevden alındı.Dosya, heyete sonradan eklenen Ekrem Aydıner’e teslim edildi.
O günden beri, dosya rafa kalktı; ama yolsuzlukla suçlananlar rahata erdi.
Eski savcılar, Zarrab’ın mal varlığına konulan tedbirin kaldırılmasına itiraz etmişti.
29 Ocak’ta tedbir kaldırıldı. 28 Şubat’ta Zarrab salıverildi.
Geçen hafta da Soma faciasının tozu dumanı arasında Zarrab’ın yurtdışına çıkış yasağı -yine Aydıner tarafından- kaldırılıverdiAydıner göreve atandığında, CHP’li Sezgin TanrıkuluBaşbakan’a, Aydıner hakkında “menfaat temini ve mesleğin onuruna aykırı davranışlar” nedeniyle HSYK tarafından verilmiş bir kınama cezası olup olmadığını sormuştu.Hem o sorunun yanıtını merakla bekliyor, hem 17 Aralık örtbasının gidişatını ibretle izliyoruz.